Plak

Hemen hemen hepimizin çok iyi bildiği “Geleceğe Dönüş “filmi 1985 senesinde çekilmiş. 4.sene sonrasında çekilen serinin ikinci filminde geleceğe, yani 21 Ekim 2015 tarihine zaman yolculuğu yapıyorlardı. Tabi filmi 90’larda izleyince uçarak yolculuk eden arabaların, uçan kaykayların ve konuşan ceketler gibi akıl almaz hayallerin o gelecekte olacağını tahmin ediyorduk. Kim bilebilirdi ki 2021’in şu ilk günlerinde değil konuşan ceketleri giymeyi, yüzümüzden çıkaramadığımız maskeler yüzünden bizlerin zor konuşacağını.

 

Elbette bu geçen zaman zarfında teknoloji inanılmaz ilerledi. O zamanlar değil cep telefonu, bir çoğumuzun evinde ev telefonu yoktu. Şu an kullandığımız akıllı telefonların kapasitesinin belki de 10’da 1’i kadar olan kocaman bilgisayarımı 2000 yılında almıştım (1999’da almamamın sebebi ise 2000 yılına girişte milenyumdan dolayı bilgisayar sistemlerinin çökeceği dedikodusundandır).

 

Her şey o kadar hızlı ilerliyor ki, ipin ucunu bir kaçırdın mı yakalaması gerçekten zor olabiliyor. Otomobillerde bile öyle değil mi? Orta seviyedeki 2010 model bir arabayı, 2020 model orta seviye bir araba ile karşılaştırdığınızda dağlar kadar fark var. Yeni modelleri hiç kullanmamış iyi bir şoför bile acemilik çeker. Işıkta duruyorsun araba kendini stop ediyor, düğmeye basıyorsun araba kendini park ediyor, anahtarsız araba çalışıyor…

 

Fakat teknoloji ne kadar ilerlese de bazı şeylerde eskiye rağbet hiç bitmiyor. Daha evvel hiç duymadığın bir müziğin birkaç saniyesini telefonuna dinletince ismini, cismini her bilgiyi verecek bir teknoloji varken her şarkı için efor sarf edip diğer yüzüne çevirdiğimiz plaklara dünyanın parasını verebiliyoruz.

 

Türkiye’de plağın tekrar gündeme gelmesi “Issız Adam” filmi ile oldu. Tabi sadece Türkiye’de değil plak şu an tüm dünyada gündemde. Hatta plak fabrikaları geri açılıyor, eski plaklar tekrar basılıyor.

 

Benim plak ile tanışmam “Geleceğe Dönüş” filmi ile aynı zamana denk geliyor. Eve aldığımız müzik setinin üst katında pikap vardı. Sette çift kasetçalar ve henüz daha yeni çıkmış CD çalar’da olduğu için pikap pek ilgimizi çekmedi bizim. Setin içinden hediye olarak çıkan “The Carmen Ballet” isimli o zaman Sovyetler Birliği olan Rus baskı bir plağımız vardı. Sonrasında abla-kardeş harçlıklarımızı biriktirip “Depeche Mode – Master And Servant” plağını alarak, plak alımına uzuuuunca bir zaman ara verecektik.

 

Boş kaset alıp diğer kasetlerden ya da cd’lerden istediğimiz şarkıları arka arkaya istediğimiz kasete doldurmak paha biçilmezdi. Hele ki arabada sadece kaset ve radyo dinleyebildiğimiz için plağın pabucu dama atıldı. Arada Carmen plağını pikaba koyup DJ edası ile “Vici vici” yapsam da, o plağı sonuna kadar hiç dinlemedim.

 

2004 yılında henüz “Issız Adam” filmi çekilmeden bende plak duygusu tekrar uyandı. Sevdadan değil birazcık maddiyattandı bu duygu. Yıllar öncesinde bir komşumuz taşınırken 45’lik plaklarını atmak istemiş, benim de gönlüm razı olmayıp hepsini alıp kutuyla evdeki bir dolabın içine koymuştum.

 

Paraya ihtiyacım vardı ve insanların internet üzerinden 2. el eşyalar alıp sattığını öğrendim. Bende bu hiç dinlemediğim plakları satabilirdim. Fakat çalıp çalmadıklarını kontrol etmem gerekiyordu. Ve sırayla hepsinin iki yüzünü de dinlemeye başladım. Çok iyi bir sistem olmamasına rağmen plak sesi öyle güzel geliyordu ki, asla kasetini ya da cd’sini almayacağım hatta mp3 olarak bilgisayarımda bile bulundurmayacağım şarkıları büyük bir keyifle dinliyordum. Çalan plakların neredeyse tamamı benden büyüktü. Kimisi tanıdık sanatçıların kimisi de hiç duymadığım sanatçıların plaklarıydı. Çok ilginç plaklar vardı. Kısa piyesler, takım marşları hatta kuş sesi plağı vardı. Evet çok tuhaf gelmişti ama gerçekti. A yüzü “Bülbül kuş sesi”, B yüzü “Kanarya Kuş sesi”.

 

Tabi Zeki Müren’ler, Erkin Koray’lar, Barış Manço’lar da işin içine girince olay değişti. Hiçbirini satmaya kıyamazdım. Dinlemesi keyifli ama yorucuydu. Çünkü 45’lik plaklardı ve her yüzünde sadece bir şarkı vardı. Sürekli ya diğer yüzünü çevirmek ya da başka plak koymak gerekiyordu. Benim 33 devir Longplay almam gerekiyordu. Onlar albüm ve  bir yüzü en azından 20-25 dakika kadar sürüyordu. Evet, evdeki plakları satmak için dinleyen ben bir anda plak alma moduna girmiştim.

 

Çok sevdiğim müzikleri o çıtırtılı sesler ile plaktan dinlemek tarif edilmez bir merak uyandırıyordu bende. Ve her şey bir anda olmaya başladı.  Önce beğendiğim ama fiyatları daha düşük olanları almaya başladım. Daha sonra daha çok sevdiklerimi ama daha pahalı olanları almaya devam ettim. O plakları 30 senelik iğne ile dinlemek olmaz dedim, gittim yeni bir iğne aldım. E iğneyi değiştirdik fakat bu sefer de kolonlar yetersiz geldi, gittim iyi bir hoparlör aldım. Ses güzel ama bu kez de müzik setinin amfisi  bozuldu. Tabi ki gittim yeni bir amfi aldım. Hoparlörler güzel, amfi güzel, e plaklar da güzel bu sefer benim set üstü pikap gözüme batmaya başladı. E olmuşken tam olsun diye gittim eski ama daha gelişmiş bir pikap aldım.

 

Ve anladım ki bunun bir sonu yok. İnsanoğlu doyumsuz. Hep daha iyisini almak istiyoruz. Kullanılmadık duruma gelecek kadar bozulmadıkça yeni bir şey almamaya karar verdim. Ama plak almaya devam ediyordum. Ama yeni alacağım plaklara bütçe ayırmak için daha az dinlediklerimi satmaya başladım. Satıldıkça üzülüyorum fakat onun yerine daha sevdiğim bir plağı aldığım için de seviniyordum.

 

Bir sürü Depeche Mode plağım, bir sürü Massive Attack plağım, bir sürü  Queen, Rammstein, Tom Waits plaklarım oldu. Ama pikaptan en çok dinlemek istediğim plak “Old Boy” filminin Soundtrack’i idi. Bir gün o plağı alırsam bir daha arşivim için plak almamaya söz verdim. Rahattım çünkü öyle bir plak yoktu. Film 2003 yılında çekilmiş aynı yıl  CD olarak Soundtrack albümü çıkmış. Tamam, eski birçok albüm yeniden basılıyor ama sıra buna gelmez derken 2014 yılında Milan Records’tan Longplay albümü çıktı. Ve maalesef Türkiye’de hiçbir yerde satışa çıkmadı. Amerika’da yaşayan bir arkadaşımdan rica ettim ve sağ olsun oradan alıp gönderdi bana. Ve nihayet arşivim için plak almayı durdurdum.

Plakları halen birçok mecradan takip ediyorum. Dinlemesi gerçekten çok keyifli. Ve yeni neslin dinlemeye alışık olduğu MP3’ten yüzlerce kat daha kaliteli bir sesi var.  Dönem baskı dediğimiz eski baskılar ile yeni baskılar arasında da çok fark var. Dönem baskılar hem daha kaliteli hem de nadir oldukları için koleksiyon değerleri de var. Zamanında ne kadar az basımı yapıldıysa plak o denli kıymetli oluyor. Çünkü bulunamıyor, elinde olanlarda satmak istemiyor. Aynı sanatçının aynı albümü yeni basımı 150-200 TL iken, dönem baskısı eğer nadir ve bulunmuyorsa bu rakam 5 ila 10bin  TL arasında olabiliyor.

 

Sanırım şimdiye kadarki en uzun yazımı  yazdım bu sayıda. Bilgisayarım ve pikabım yan yana. Oturduğum yerden istediğim plağı koyabiliyorum. O yüzden yazımı onlarca farklı plak dinleyerek yazdım. Fakat şöyle bir şey oldu. Plak çıkış tarihlerini araştırırken “Old Boy” Soundtrack’ının 2018 yılında farklı bir plak şirketinden yeni bir plağının çıktığını gördüm. Bende olanda telif hakkı sebebi ile 2-3 şarkı eksikti. Bundan gördüğüm kadarı ile tam. Üstelik albüm çift plak. Ve biri mavi diğeri yeşil. Neticede ben son olarak bu plağı alarak başka plak almamaya karar vermiştim. Bu demek oluyor ki bu plağı tekrar son kez alabilirim.

Yakında Amerika’dan kargo bekliyor olacağım…