Gölyazı

GÖLYAZI

 

Bu ay ki rotamızı, Türkiye’nin 9., Marmara Bölgesinin de 2. büyük gölü olan Ulubat gölünün kıyısında bulunan Gölyazı’ na çevirdik. 4 Arkadaş sabah 07.00 gibi İstanbul’dan yola çıkıp, Bursa’yı geçtikten sonra İzmir yolu üzerinden Ulubat Gölüne doğru yol aldık. Ulubat Gölünü gördükten az sonra Gölyazı (Apolyont) tabelasından saptık. İstanbul’da yaşayıp bu yola girdikten sonra kendinizi başka bir dünyada hissedebilirsiniz. Daracık bir yol ve yolun iki tarafı sanki uçsuz bucaksız zeytin ağaçları ile kaplı. 10-15 dakika gittikten sonra Bursa’nın tek yarım adası olan Gölyazı’na ulaşıyoruz. Gölyazı’na girişte 12 yy.’dan kalma küçük bir kilise ile karşılaşıyoruz. Ve artık arabamızı bırakıp 500 nüfuslu bu köyü yaya olarak gezmeye karar veriyoruz.

 

Gölyazı’nın geçim kaynağı ağırlık olarak balıkçılık. Fakat gölün sularının azalması, bazı yerlerin bataklık haline gelmesi ile birlikte köy halkı için zeytincilik de önemli bir geçim kaynağı olma yolunda. Gölü kurtarmak için büyük çalışmalar yapılmakta. Gölün yanındaki tepelerden su yolu yapılarak, göle temiz su veriliyor ve göldeki oksijen miktarını artırma çalışmaları sürekli devam ediyor.

 

Öğle vaktinde meydan kahvesinde oturup çaylarımızı yudumlarken acıkan arkadaşlarımız kahvenin hemen yanında gözleme ve hamur işleri yapan teyzelerden enfes yiyecekler alıp midemize ziyafet çektirdiler. Güneş tam tepede olduğundan dolayı fotoğraf çekemeyeceğimiz için bizde yarım ada etrafında bir tur atmaya karar verdik. Tur esnasında gölün ne kadar kuruduğu, önceden su olan yerlerin şimdi bataklığa dönüşüp sazlıklar oluşturduğuna tanık olduk. Köyün içine girdiğimizde ise balıktan dönen köylülerin getirdiği taze balıkları görme fırsatını yakaladık.

 

Köy halkı daha evvel hiçbir yerde rastlamadığımız kadar sıcak kanlıydı. Nereden geldiğimizi, ne iş yaptığımızı, Gölyazı hakkında neler düşündüğümüzü sorup tarihçesi ile ilgili bize bilgiler veriyorlardı. En güzel fotoğrafları nerede, ne zaman çekeceğimizi anlatıyorlardı. Zaten Gölyazı fotoğrafçılar için bulunmaz bir yer. Köy halkı da o kadar alışmış ki, vizörden baktığımızı görür görmez bir profesyonel model edasında poz verebiliyorlar.

 

Gün batımı fotoğrafı çekmek için vaktimiz olduğundan köyü yukarıdan görebileceğimiz bir tepeye çıktık. Fazla yorucu olmayan tırmanıştan sonra inanılmaz bir manzara ile karşı karşıya kaldık. Bir tarafta yarımada, diğer tarafta üstünde 8 tane adacık bulunan kocaman bir göl. İstanbul’da artık eskisi gibi leylek göremediğimiz için buradaki leylekler çok dikkatimizi çekti. Hemen hemen her evin çatısında leylek yuvaları gözümüze çarpıyordu. Leyleklerde köy halkı gibi fotoğrafçılardan kaçmıyor ve objektiflerimize poz veriyorlardı.

 

Artık zamanı gelmişti ve fotoğraf çekmek için göl kenarında kendimize iyi bir yerler bakmaya başlamıştık. Gün batımının göl üstüne düştüğü nadir yerlerden biri olan Gölyazı’nda, balıktan dönen balıkçılar göl ortasında ağlarını temizlemek için tekrar suya atarak bizlere inanılmaz kareler veriyorlardı. Çekimlerimiz bitip de aracımıza doğru yürürken gün batımından sonra göl üstünde gökyüzünün yansımasıyla muhteşem renkler oluşmuştu. Çekimi bitirdiğimizi düşünürken, halen çekilecek çok güzel pozlar olduğuna karar verdik. Hava iyice kararana kadar devam ettik.

 

Dönüşümüz, geldiğimiz kadar çabuk olmadı tabi. Çünkü zeytin ağaçlarının arasındaki yol gayet karanlık olmuştu. Yavaşça ve dikkatlice anayola çıktıktan sonra Gölyazı’nda yaşamanın ne kadar güzel olacağını, sessiz sakin ve insanı huzurla kaplayan bir manzara eşliğinde her akşam yemek yemenin ne kadar rahatlatıcı olduğunu konuşarak İstanbul’a doğru yola koyulduk. Hele ki Topçular iskelesinde 2 saat kadar arabalı vapur sırası bekleyince geri dönüp bu güzel köye yerleşmek istedik.

 

750 yaşındaki ağlayan çınar ağacını görmek, o eşsiz manzaraya bakmak, güzel insanlar tanıyıp onlar ile sohbet etmek için mükemmel bir yer Gölyazı. Mutlaka bir hafta sonu geliş trafiğini görmezden gelip bu şahane köye bir yolculuk yapmanızı öneririm.