Edirne

Merhabalar. Bu ay ki fotoğraf gezi programını bir kaç arkadaşımla birlikte Edirne olarak belirledik.

 

6 Şubat sabahı saat 5’te 230 Km.lik Edirne yolculuğumuz başladı. Selimpaşa’dan geçerken yoğun bir sis, yolda görüş alanımızı bir hayli kısalttı. 

 

10 km. kadar yoğun sis altında yolculuk ettikten sonra, dağılan sis tabakasının arkasında bizi çok güzel bir hava bekliyordu.

 

Sabah 8 gibi Meriç nehri kıyısında kahvaltı planımız, birçok yerin henüz açılmamış olmasıyla az daha hüsrana uğratacaktı bizi. Birçok yer gezdikten sonra  en sonunda açık olan bir yer bulduk ve harika bir kahvaltı ettik.

 

Daha sonra Trakya Üniversitesi’ni ve Lozan Anıtı’nı görme imkanımız oldu. Trakya Üniversitesinin arkasında bulunan lokomotif birçok fotoğraf severin karesine konu oldu. Sokak sokak gezdikten sonra şehir merkezine doğru yola koyulduk.

 

İlk olarak eski camii’yi ziyaret ettik. 1403’te Sultan I.Süleyman tarafından yapımına başlanmış, Çelebi Sultan Mehmet zamanında 1414’te bitirilmiş bu camii, Edirne’de zamanımıza ulaşmış ilk orijinal abidevi yapı olarak da biliniyor. Eski camii’den sonra Selimiye Camii’sine doğru yürümeye başladık. Mimar Sinan Selimiye Camiini 80 yaşında yapmış ve Selimiye için; “Ustalık eserim” demiştir. Bu camiinin en büyük özelliklerinden bir tanesi; Edirne’nin her yerinden görünüyor olmasıdır. Camii terasının altında bulunan arastada birçok dükkan bulunmaktadır.

 

Selimiye camiinden ayrıldıktan sonra son olarak Üç Şerefeli Camii’yi ziyaret ettik. 1443-1447 yılları arasında yapılmış olan bu camiinin dört minaresinin biri üç, biri iki, ikisi birer şerefeli olup; baklavalı, şişhaneli, çubuklu ve burmalı motif üsluplarıyla bezenmiştir.

 

Camii ziyaretlerimiz bittikten sonra ve karnımızda bir hayli acıktığından Edirne’nin meşhur ciğerini yemek için çarşı içerisinde bulanan “Meşhur Ciğerci Mustafa Usta ve Oğlu” na gittik. İddia ediyorum normalde ciğer sevmeyenler bile bu ciğerin tadına baktıklarında hiç çekinmeden yerler. Yaprak şeklinde gelen ciğerlerin yanında garnitür olarak yerel ismi “karaacı” olan kurutulmuş kırmızı biber oldukça lezzetli.

 

Karnımızı da doyurduktan sonra İkinci Beyazıt Külliyesi’ne doğru yola çıktık. Fakat ciğercide haddinden fazla kaldığımız için maalesef külliye kapanmıştı.  Dışarıdan bir kaç poz çekim yaptıktan sonra İstanbul’a doğru hareket ederken alaca karanlıkta Edirne’yi ve gündüz gezdiğimiz camileri tekrar fotoğraflamak  için durduk.

 

Güzel bir şehri, tadına doyum olmayan ciğeri geride bırakıp 2 buçuk saatlik yola koyulma vakti geldiğinde, tatlı bir yorgunluk ve güzel anılar  ile Edirne’den ayrıldık. İstanbul’dan günü birlik geziler için gayet uygun. Kışın karlı havalarda görsellik çok daha güzel olsa da bu sefer yol sorun  oluyor, yazın ise Meriç Nehri yüzünden çok fazla sinek oluyormuş. İlkbahar ve sonbahar aylarında mutlaka görülmesi gereken bir yer. Meşhur Edirne  ciğerinin tadına bakılmadan da terk edilmez bu şehir … ?