Bodrum Boğaziçi/Bargilya

İstanbul’dan ayrılıp buraya yerleştiğimden beri hemen hemen her hafta farklı bir yere gidip hem yöreyi inceliyor hem de fotoğraflar çekiyorum. Sağ olsunlar, buraya benden evvel gelen arkadaşlarım bana rehberlik edip çok güzel yerlere yönlendiriyorlar.

 

Yine bir hafta sonu gezisi için rotamızın “Boğaziçi” olduğunu söylediler. Tabi ki İstanbul’dan yeni gelmiş birisi olarak bunu duyunca ister istemez aklıma İstanbul Boğaz’ı geldi. Herhalde benimle dalga geçiyorlar diye düşündüm. Şimdiye kadar başka bir yerde Boğaziçi olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sonradan araştırınca bir çok yerde aynı ismin olduğunu da öğrenmiş oldum.

 

Evet, benim bahsettiğim Boğaziçi, Muğla’nın Milas ilçesine bağlı bir mahalle. Bellerophon’un  kanatlı atı Pegasos’un öldürdüğü Bargylos anısına kurulmuş bir kent. Antik ismi de Bargilya olmuş. Daha sonra Boğaz’a yakın ve iki dağ arasında olduğu için Boğaziçi ismini almış.

 

Milas üzerinden Bodrum’a giderken anayoldan ayrılıp 4 km gittikten sonra  Boğaziçi’ne ulaşabiliyoruz. Muğla’ya 97 km, Milas’a 28 km ve Bodrum’a da 30 km mesafededir. Hemen girişte Tuzla sulak alanı bulunmaktadır. 2001 yılında IBA(Important Bird Area)tarafından dünyaca ünlü kuş alanı olarak belirlenmiş. Burada üreyen kuş türü 118 imiş. Ve her yıl bölgede ziyaretçi kuşlarla birlikte 250’ye yakın kuş türü bulunmaktaymış. 

 

Biz gittiğimizde Flamingolar vardı. Sonradan öğrendiğimize göre her yıl 3000 civarında flamingo’ya ev sahipliği yapıyormuş. Uzunca bir müddet flamingoları  fotoğrafladıktan sonra  hemen yakınımızda sadece dış duvarları kalmış bir taş ev gördük. Ev tam istediğim konumda kuzey’e baktığından uygun bir zamanda tekrar gelip burada yıldız pozlaması yapmak için doğal yoğunluk filtresi ile örnek bir fotoğraf aldım. Fakat eve gelip de fotoğrafı bilgisayarıma aktardıktan sonra bir hayli hoşuma gitti. O yüzden henüz yıldızlı bir fotoğraf olmasa da, bu haliyle de sizlerle paylaşmak istedim.

 

Flamingolar oradan oraya uçarken bizde fotoğraf anlamında onları avlamak istiyorduk. Ki bu sırada ben avlanıp arkadaşımın kadrajına konuk olmuşum.   Kuş fotoğrafçılığı apayrı bir dünya.  Çeken kişilere büyük saygı duyuyorum. Tek bir fotoğraf için binlerce kilometre yol yapıp, günlerce arazide yattıklarına şahit oldum. Oysa ki ben öyle miyim, arkadaşımdan ekipman takviyesi ile hemen hemen uygun donanım ile flamingo diye başka kuşları fotoğraflamışım. Neyse ki, kısa bir süre zarfında çektiğimiz fotoğraflar hakkında konuşurken beğendiğim bir fotoğrafı arkadaşıma gösterirken yanlış kuş çektiğimi söyleyip flamingoların hangileri olduğunu bana gösterdi. Tabi bu olay sadece flamingolar ile bitmedi. Aracımıza binip deniz tarafına doğru yol alırken “Durdurun arabayı, denizde Penguen var” dedim. Ben Penguen’i fotoğrafladıktan sonra onun aslında Pelikan olduğunu, artık biraz daha az national geographic izlememi söylediler. Gerçi bu sefer ki sadece isim benzerliği idi. Pelikan diyeceğime Penguen deyivermişim.

 

Merkeze doğru yaklaştığımızda  ışığında güzel gelmesi ile beraber güzel bir yansıma çıktı karşıma. Fotoğrafı çekerken vizörün sağ tarafında yine bir çeşit kuş olduğunu gördüm. Ama bu sefer marka model hiçbir şeyden bahsetmedim. Sakince kadrajımın içerisinde konuk olmasını sağladım. İsterse martı olsun bulunduğu yer itibari ile fotoğrafıma güzel bir dinamizm kattığını düşündüm.

 

Daha sonra bu cinsini bilemediğim kuş arkadaş bana acımış olacak ki, tam zoom lensi taktığım sırada “Dur biraz uçayım da, şu garibim manzara fotoğrafçısı uçan bir kuş çeksin” diye düşünerek deniz seviyesinde ufak bir gezinti yaptı. Muhtemelen bir kuş fotoğrafçısı için oldukça vasat bir fotoğraf olsa da, martı ve karga dışında uçarken böylesine çektiğim ilk kuş fotoğrafım olmasından dolayı benim için özel bir yeri olacak. Ayrıca mini bir yarışmada da birinci olmuş olması keyfime keyif kattı. 

 

Merkez de oturup karnımızı doyurduktan sonra tekrar yola koyulup fotoğraf çekebileceğimiz yerler aramaya başladık. Fakat bir anda o eski antik kent gitti ve karşımıza yeni mahsul siteler çıktı. Ama öyle böyle değil. Bir yol düşünün, sağ tarafınız deniz, karşınızda bir kara parçası var üzerinde hiçbir yerleşim yok. Issız bir alan gibi. Ama kafanızı diğer tarafa çevirdiğinizde çok dik bir dağ ve dağ’ın hemen hemen her yeri beyaz binalar ile kaplı. Daha sonra bu olayı babama anlattığımda, “Biz ilanlardan ev ararken her 3 ilandan bir tanesi Boğaziçi’nde idi” dedi. Böyle olmasına şaşmamak lazım. Biraz fazlaca çarpık kentleşme var. Manzarayı merak edip en yukarıdaki evlerin oraya kadar çıkmak istedik. İnanın arabamız o yokuşları zor çıktı. Netice itibari ile evet manzara güzel. Fakat o demin bahsetmiş olduğum karşı taraftaki ıssız alan olan yerleri de zaten bir müteahhit almış durumda. Ayrıca şöyle de küçük bir bilgi vereyim, Boğaziçi Milas belediyesine ait olduğu için Bodrumdaki gibi 2 kat sınırı yok. Hani araç yolu ile Bodrum’a gelirken tam o denizin mavisini görüp içimiz ısındığı anda, Güvercinlikte yolun tam karşısında o iki (Evet iki tane oldu onlar) devasa  6 mı 8 katlı mı o olan oteller Bodrum’a daha yakın. Dolayısı ile bu fotoğrafta karşıda görünen yeşil alan birkaç seneye tamamen tek bir otel inşaatı olarak karşımıza çıkabilir. Umalım ki, Güvercinlikteki gibi binanın dışını kahverengi ahşap kaplamasınlar. (Ve maalesef evet şu an o devasa otel kahverengi ahşap kaplanıyor. Fotoğrafları var ama inanın paylaşmaya gönlüm el vermiyor) 

 

Moralimizi bozmamaya çalışarak kafamızı diğer tarafa doğru çeviriyoruz. Bizim flamingolar halen orada. Muhtemelen 1-2 ay daha orada olacaklar zaten. Şu an hepsinden yukarıda duruyorum. Acaba kaç sene daha gelebilecekler buralara? Diğer 250 kuş cinsi de ne kadar süre gelebilecekler acaba? Ya da milattan önce 2000 yılında Luwi veya milattan önce 1000 yılında Karia dilinden gelen Bargilya’da acaba o zamanlar kaç cins kuş vardı? Ya da o zamanlar nasıl bir hayat vardı? Gerçi bunların izlerini biraz iç taraflara doğru gittiğimizde görüyoruz. Tapınak izleri, sütunlar, kabartmalar ve antik tiyatronun birkaç basamağı karşımıza çıkıyor. Bu konu başlı başına bir yazı olduğu için ve farkı zamanlarda tekrar tekrar fotoğraflanması için daha ileriki bir zamana erteliyorum. 

 

Emniyet kemerlerimizi sıkıca bağlayıp aşağı doğru inmeden evvel birkaç ev sahibi ile sohbet etme imkanımız oluyor. Nüfusun kış aylarında oldukça düştüğü, hatta 1000 kişinin altında olduğunu söylüyorlar. Yaz aylarında ise bu rakam tabi ki 10-15 katına çıkıyormuş. Ev fiyatları, ev kiraları gerçekten çok uygun. Eğer ki Bodrum’u bilmeden Bodrum’a yerleşmeye niyetiniz varsa, bu cazip fiyatlar sizi yanıltmasın. Çünkü gerçekten Bodrum merkeze oldukça uzak ve ulaşım çok çok zor. Evlerin küçücük kalmış bahçelerinde yörenin her yerinde olduğu gibi limon ve mandalina ağaçları mevcut. Tertemiz mis gibi bir havası var. Yaşanır mı? Elbette çok güzel yaşanır ama bazı zorlukları göz ardı etmemek gerek. Şöyle ki, İlk öğretim okulu yok fakat taşımalı eğitim var. İçme suyu şebekesi var ancak kanalizasyon şebekesi yok. PTT şubesi yok ama PTT acentesi var. Sağlık ocağı ve sağlık evi yok ama köye her Çarşamba günü doktor gelmekte.

 

Nihayet dönmek üzere yola koyulduktan sonra ilk başladığımız noktaya geldiğimizde flamingoların karaya daha yakın olduğunu fark ettik. Beslenmelerini de fotoğrafladıktan sonra keyif içerisinde gezimizi tamamlayıp evlerimize geri döndük. Ta ki Güvercinliğe kadar. Orada araç kullanmayanlar gözlerimizi kapatıp otelleri geçtikten sonra tekrar açtık.