Ağva

AĞVA

 

Daha evvel birçok televizyon kanalında görüntülerini gördüğüm, birçok dergi ve birçok web sitesinde fotoğraflarını gördüğüm Ağva’yı bana çok yakın olmasına, ve çok yakınlarına gitmeme rağmen halen görmediğimi fark ettim.

 

Çabucak bir karar verdim, ve yanımda gelmesi için bir arkadaşıma haber verdim. İkimizde tüm gece boyunca Ağva’nın gezilecek görülecek yerlerini araştırdık. Ama benim için önemli olan daha az görülmüş yerlerdi. Notlarımızı alıp sabah erkenden yola koyulmak için sözleştik.

 

Uyandığımda kafamda Ağva ile ilgili çok güzel yerler göreceğime dair bir izlenim uyandı. Tam olarak bilmediğim ve nelerle karşılaşacağımız belli olmadığı için fotoğrafik olarak tüm ekipmanımı yanıma aldım.

Kadıköy tarafından yol güzergahı olarak Şile yolunu takip ettik. Şile sapağını geçene kadar otoban şeklinde olan yol, sapağı geçtikten az sonra bir hayli virajlı ve daracık bir yol haline geldi. Ve tabelalar bizi yanıltmaya başladı. Yol ayrımı oluyor ve bir taraf “Ağva sahil” diğer taraf “Ağva” diye geçiyordu. Öncelikle sahil yazan tarafa doğru yönümüzü belirledik. En kötü ihtimal ile yanlış yere gelsek dahi sahilden Ağva’ya gidebiliriz diye düşündük. Fakat gittiğimiz yol bizi direk bir plaja sürükledi. Arabadan inip baktığımız da sahil oldukça güzel görünüyordu. Küçük bir koy olmasına rağmen, İstanbul’a bu kadar yakın oldukça temiz ve bir hayli ferah bir plajdı. Tekrar aynı yoldan, yol ayrımı olan yere geri döndük. Ve Ağva yazan tabelaları takip etmeye karar verdik. Bir müddet daha yol aldıktan sonra televizyonlarda ve dergilerde sıkça gördüğümüz o fotoğraf ile karşı karşıya geldik. Bir nehrin üstündeki köprüdeyiz ve sol tarafımız nehrin denize karışan kısmı. Fakat sağ tarafta kenarlarda duran kayıklar ve nehre sıfır restaurantlar ile dolu.

 

Arabamızı park edip köprü üstünde fotoğrafları aldıktan sonra aklıma gelen tek soru şu oldu ”Ağva’nın neden bütün fotoğrafları buradan çekiliyor”. Nehir boyunca ilerleyip farklı yerlere gitmeyi düşündük. Fakat kayık kiralamayıp yol boyunca kendi imkanımız ile ilerlemeyi düşünürseniz, nehri hemen hemen bir daha hiç göremiyorsunuz. Araç yolu sizi sürekli nehirden uzaklaştırıyor, yürümeye kalkarsanız da sürekli özel mülk ile karşılaşıyorsunuz. Araba ile gidebildiğimiz yerlere kadar gittik fakat maalesef özel mülkten başkasını göremediğimiz için geri dönmek zorunda kaldık.

 

Ağva’nın sahil kesimine gidip en azından plajı, denizi ve ortamı fotoğraflamaya karar verdik. Merkez ve sahil birbirine çok yakın olduğu için yürüyerek bu işi yapmayı düşündük. Hafta arası olduğundan belki de plaj oldukça sakindi. Denize girip rahatça güneşlenmek isteyenler için Şileye kadar gelip 45 km daha yol yapmaları kaçınılmaz.

Çarşı içini dolaşıp karnımızı doyurduktan sonra, asıl fotoğraflamak istediğimiz Teke yolu üzerindeki şelaleyi bulmak için tekrar yola koyulduk. Çarşı içinde yol tarifi istediğimiz kişiler 3-4 km ileride olduğunu söyledikleri şelalenin, aslında şelale otel olduğunu anlamamız çok geç olmadı. Ağva’dan sürekli uzaklaşıyor ve şelaleyi bulmak adına ümidimizi yitirmeye başlamıştık. Hangi köyden geçsek, Şelaleyi soruyoruz ve aldığımız cevap “az ileride” oluyordu. Ve sonunda küçük bir tabela üzerinde “Şelale” yazısını görünce hemen içeri girdik. Nehir kenarı idi fakat şelale namına bir şey yoktu. Madem ki buraya kadar geldik, en azından biraz börtü böcek çekmeye karar verdik. Rengarenk bir kelebeğin peşinden koşarken sanki onu kıskanan bir yusufçuk böceği hemen önümdeki dala kondu. Yaklaşık 15 dakika hareketsiz kalarak gayet güzel pozlar verdi.

Yusufçuğu çektikten sonra tekrar şelale maceramıza geri dönmeye karar verdik. Bu sefer geçtiğimiz köylerde şelaleyi sorduğumuz kişiler az ileride demekten vazgeçip önce “Napacaksınız Şelalede” sorusunu sormaya başladılar. Fotoğraf çekmeye gittiğimizi söyledikten sonra tekrar yol tarif etmeye başladılar.

Sürekli aralara girip sonra tekrar geri döndüğümüz için kaç km yol gittiğimi bilemiyorum fakat yaklaşık 2 saat sonra en doğru bilgiye ulaştık. Caminin yanındaki yoldan devam edersek dere yolu bizi şelalenin yanına götürecekti. Söylenilen yoldan gidince 15 dakika sonra yol bitti. Ve gerçekten karşımıza bir dere çıktı. Bundan sonrası için artık yürüyerek devam etmemiz gerekiyordu. Dere kenarında çocukları ile oturan bir aile vardı. Ve onlara şelaleyi görmek istediğimizi söylediğimizde, yarım saatlik bir yürüme mesafesinde olduğunu fakat bilmediğimiz için bulmamızın imkansız olduğunu söylediler. Ama yüzümüz deki “mutlaka bulmamız gerekli” ifadesini gördükten sonra çocuklardan bir tanesi karmaşık olan yolu bizle beraber gelip daha sonra kalan yolu tarif edeceğini söyledi. Yol uzun ve kötü olduğu  ve de biz de yorulmaya başladığımız için ekipmanın bir çoğunu arabada bıraktık. 2 Makine,2 tripod geniş açı lenslerimiz, birkaç filtre ve uzaktan kumandamızı yanımıza alarak yola koyulduk.

 

Ve genç arkadaş bizi ballı kayalar denen yere kadar götürdü. Ballı kayalar da gerçekten görülmeye değer. Küçük bir tepenin üstünde oluşan kocaman kayalar ve altında ip gibi düzgün dikilmiş kavak ağaçları vardı. Şelale den sonra buranın da çekimini yapmak için can atıyordum. Genç arkadaşın tarif ettiği yoldan 10 dakika kadar daha yürüdükten sonra artık yürüme yolu da bitmişti. Evet şelale vardı fakat kurumuştu. Yukarıdan aşağı ya doğru ip gibi su akıyordu sadece. O kadar yol kat ettikten sonra, kurumuş da olsa şelalenin birkaç kare fotoğrafını çekip ballı kayalara doğru geri dönüşümüze başladık. Ballı kayalardan da istediğimiz aldıktan sonra artık dönüş vaktimiz gelmişti. Geldiğimiz yolu tekrar bulamayacağımız için tahmini kararlar ile İstanbul tabelasını görene kadar yol aldık. Geldiğimiz den daha virajlı bir yoldan devam ederek Otobana çıkabildik. Ve yarım saat sonra İstanbul trafiğine katılarak gezimizi noktalamış olduk…